Çocukluk Travmaları ve Yeme Bozuklukları Arasındaki Görünmeyen Bağ
- Ümran Tutku AKTAŞ
- 16 May
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 21 May
Yazar: Ümran Tutku AKTAŞ
Yemek yemek dediğimiz şey aslında sadece karnımızı doyurmakla ilgili değildir. Kimi zaman duygularımızı bastırmak, kendimizi ödüllendirmek ya da sadece bir boşluğu doldurmak için de yeriz. Özellikle çocukluk dönemi, yemekle kurduğumuz bu karmaşık ilişkinin temellerinin atıldığı bir süreçtir. Ne yazık ki, bu dönemde yaşanan travmalar ileriki yaşantımızda yeme alışkanlıklarımızı derinden etkileyebilir.
Peki bu nasıl olur?
Araştırmalar gösterir ki, çocuklukta yaşanan travmalar-duygusal, fiziksel ya da cinsel istismar ve ihmal gibi-bireyin hem kendine bakışını hem de duygularını düzenleme şeklini bozabilir. Bu da zamanla yemekle ilgili sağlıksız davranışların gelişmesine yol açabilir. Örneğin Tunç’un (2019) yaptığı bir çalışmada, fiziksel olarak ihmal edilen kişilerin zayıf olma takıntısına, cinsel istismara uğrayanların ise daha çok diyet yapma eğilimine girdiği ortaya çıkmıştır.
Yeme bozuklukları genelde ergenlikte ya da genç yetişkinlikte kendini göstermeye başlar. Bu dönem, bedenimize daha çok odaklandığımız, sosyal çevrenin onayının önemli hale geldiği bir zaman dilimidir. Gürcan ve Kolburan’ın (2019) çalışmasına göre, üniversite öğrencilerinde çocukluk travmaları arttıkça yeme davranışlarında da ciddi bozulmalar yaşanır. Özellikle duygusal istismar ve ihmalin bu durumla doğrudan ilişkili olduğu görülmüştür.
Yeme bozuklukları farklı şekillerde karşımıza çıkar: anoreksiya nervoza, bulimianervoza ya da tıkınırcasına yeme. Her birinin arkasında farklı türde travmalar yer alabilir. Seven’in (2023) araştırmasına göre, bulimia hastalarının büyük bir kısmı çocuklukta duygusal istismara uğramıştır. Tıkınırcasına yeme bozukluğu olanlarda ise, yemek bir tür “duygusal boşluk doldurma” aracı haline gelir.
Çocukken güvenli bir bağ kuramayan bireyler, yeme davranışını bir baş etme yöntemi olarak kullanır. Bazen sakinleşmek, bazen kendini cezalandırmak, bazen de hayatındaki kontrol duygusunu geri kazanmak için yemekle farklı bir ilişki kurar. Bu yüzden yeme bozuklukları yalnızca fizyolojik değil; derin duygusal yaraların da bir yansımasıdır.
Beden algısı da bu konuda önemli bir meseledir. Çocukken sürekli eleştirilen, değersiz hissettirilen bireyler, yetişkin olduklarında bedenlerini değiştirme ihtiyacı duyar. Duygularını yönetemediklerinde, bunu bedenlerini kontrol ederek telafi etmeye çalışır. Anoreksiya nervozada sıkça görülen “zayıf olma takıntısı” tam da buradan kaynaklanır.
Travmaların türü ne olursa olsun, bu yaşantıların yeme tutumları üzerinde etkili olduğu açıktır. Ayrıca cinsiyet gibi faktörler de bu ilişkiyi etkileyebilir. Örneğin kadınlarda, toplumsal baskı nedeniyle bedenle ilgili kaygıların daha yoğun yaşandığı görülür.
Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda, yeme bozukluklarını sadece yüzeydeki belirtilerle ele almak yetersiz kalır. Gerçek iyileşme için geçmişteki travmaların anlaşılması, duygusal yüklerin hafifletilmesi gerekir. Psikoterapi, bu noktada bireyin hem travmalarla yüzleşmesini hem de yemekle kurduğu ilişkiyi yeniden inşa etmesini sağlar.
Sonuç olarak, çocuklukta yaşanan travmalar yeme bozukluklarının oluşmasında önemli bir risk faktörü oluşturur. Bu bağlantıyı anlamak, hem erken müdahale hem de etkili tedavi süreçleri geliştirmek açısından büyük önem taşır. Çünkü bazen mesele sadece “ne yediğimiz” değil, “neden yediğimiz”dir.
Kaynakça
Gürcan N. ve Kolburan Ş. G. (2019). Üniversitedeki kız öğrencilerin yeme tutumlarının yaşam doyumu ve çocukluk çağı travmaları ile ilşkisi. Aydın Toplum ve İnsan Dergisi, 5(1), 9-28.
Seven B. N., (2023). Çocukluk çağı travmaları ve yeme bozukluklarının ilişkisinin incelenmesi. SocialSciencesStudiesJournal, 2587-1587.
Tunç P., (2019). Üniversite öğrencilerinde çocukluk çağı travması ve yeme tutumları. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 11(1), 203-219.




Yorumlar